10. SINIF 6.ÜNİTE

 

GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU


Geleneksel Türk Tiyatrosu 

 

 

 

 

Başlıca güldürü ögeleri ise şunlardır:

* Değişik yörelere özgü şive ve ağız taklidi
* Belli tip ya da karakterlerin yansıtılması (çizilmesi)
* Değişik uluslardan kişilerin kimi özelliklerinin gülünçleştirilmesi
* Yanlış anlamalar ve söz oyunları
* Doğaçlama yapılmış espriler
* Abartılı tavırlar

 

Karagöz Oyunu

Orta Oyunu

Meddah

Kukla 

Köy seyirlik oyunları 

 

 

Karagöz ile Hacivat 

Eskiden “hayal-i zıll” (gölge hayaller) olarak adlandırılmış olan Karagöz oyunu, deriden yapılmış karakterlerin çubuklar yardımıyla mumla aydınlatılmış bir beyaz perdeye aktarılmasıyla yapılan bir gösteri türüdür. 

Gölge oyunu, sadece Türklere özgü bir oyun değildir. Oyunun önce Çin’de ortaya çıktığı düşünülmektedir. Ayrıca Mısır ve Hindistan’da da bu oyunun izlerine rastlamak mümkündür. 

Türklerde Karagöz Oyununun Ortaya Çıkışı

Bu konu hakkında çeşitli rivayetler vardır. İlki Evliye Çelebi’nin ünlü Seyahatname adlı eserinde yer alan rivayettir. Bu rivayette bu oyunun Selçuklu hükümdarı Alaeddin zamanında görüldüğü ifade edilmektedir. 

Karagöz oyununun en iyi bilinen hikâyesi ise Osmanlılar Dönemi’ne dayanır. Bu rivayette Sultan Orhan sefere çıkmadan önce Bursa’ya bir cami yapılmasını ister ve sefer bitene kadar bu caminin bitirilmesini emreder. Cami inşaatında çalışan Karagöz ve Hacivat isimli iki kişinin cami inşaatı sırasında gerçekleştirdiği diyaloglar ve atışmalardan dolayı işler yavaş ilerler. 

Seferden sonra Bursa’ya dönen Sultan Orhan caminin bitirilmediğini görünce bu işin sorumlularının bulunup idam edilmesini emreder. Bunun sonucunda Karagöz ile Hacivat idam edilirler. Bu olaydan sonra pişmanlık duyan Sultan Orhan Karagöz ile Hacivat’ın anısını yaşatmak için Şeyh Küşteri’yi görevlendirir. Şeyh Küşteri bu iki karakterin anısını yaşatmak için onların deriden kuklalarını yaparak mum ışığıyla aydınlatılmış bir beyaz perdeye yansıtır ve gölge oyunu bu şekilde oynanmaya başlar. 

Oyunun ilk oynatıcısı olarak kabul edilen Şeyh Küşteri, ayrıca oyunun kurucusudur. Bundan dolayı da bu oyuna Küşteri oyunu oynandığı yere de Küşteri Meydanı adı verilmiştir.

Karagöz oyunlarının en çok bilinenleri: Aşçılık, Kanlı Nigar, Bursalı Leyla, Büyük Evlenme, Salıncak Oyunu… 

Karagöz Oyununun Kişileri

Karagöz: Okumamış bir kişidir. Halkı temsil eder ve halk diliyle konuşur. Hacivat’ın söylediklerini yanlış anlar ve cevapları da bu yanlış anlaşılmalar üstünedir. 

Hacivat: Aydın tipini temsil eder. İyi bir eğitim almış, medrese diliyle konuşan, görgü kurallarına uyan, az çok mürekkep yalamış bir tiptir. 

Zenne: Karagöz oyununda kadın kılığına giren bir tiplemedir. 

Tiryaki: Konuşmaların en can alıcı noktasında uyuklayan bir tiptir. 

Çelebi: Mirasyedi bir tiptir. Zengin, mal mülk sahibidir. 

Beberuhi: Cüce tipidir. Altıkolaç lakabıyla anılır. 

Tuzsuz Deli Bekir: Bir elinde içki bir elinde bıçakla olayları kaba kuvvetle çözen kişidir. 

Bunun dışında birçok tipleme vardır. Laz, Külhanbeyi, Zeybek, Kayserili, Türk, Yahudi, Kürt, Arnavut, Zenci Arap, Arnavut gibi… 

Karagöz İle Hacivat Oyununun Özellikleri 


Önemli: Karagöz oyunu, içerik, dil ve kültürü yansıtış şekliyle Osmanlı Dönemi’nin siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik yaşantısı hakkında önemli ipuçları sunan bir oyun türüdür. 

Karagöz ve Hacivat Oyununun Bölümleri 

Dört bölümden oluşmaktadır.

Karagöz oyunu; Hacivat’ın “Yıktın perdeyi eyledin viran. Varayım sahibine haber vereyim heman.” sözünden sonra sahneden ayrılması ve ardından Karagöz’ün “Her ne kadar sürç-i lisan (dil sürçmesi) ettikse affola.”  sözüyle bitirilir. 

 

Orta Oyunu 

Yazılı bir metne dayanmayan (doğaçlama), içinde müzik ve şarkı bulunan çevresi izleyicilerle çevrili genellikle açık alanlarda oynanan bir oyundur. 

Orta oyununun oynandığı yuvarlak ya da oval alana “palanga” denir. Oyunun dekoru; “yenidünya” denilen bezsiz bir paravan ve “dükkân” denilen iki katlı bir kafesten ibarettir. 

Orta oyunu, Karagöz oyunuyla birçok açıdan benzerlik gösterir. Özellikle her ikisinde de aynı bölümlerin olması, yanlış anlamalar üzerine kurgulanmış doğaçlama bir metin, çeşitli meslek ve yörelerden seçilen tiplemeler açısından her ikisi de birbirine çok benzer. 

İkisi arasındaki temel fark, Karagöz oyununun tek kişi tarafından deriden yapılmış şekillerin beyaz perdeye yansıtılmasıyla oynanırken orta oyunu gerçek kişiler tarafından oynanır.  Orta oyununda yer alan Kavuklu, Karagöz’e; Pişekâr da Hacivat’a karşılık gelmektedir. 

 

Orta oyunun karakteri olan Kavuklu’nun kavuğu, geleneksel tiyatronun simgesi olarak kişiden kişiye aktarılmıştır.

Günümüzde Dümbüllü Kavuğu olarak bilinen kavuk, İsmail Dümbüllü‘ye de tiyatro aşığı olan Yoğurtçu Kel Hasan Efendi tarafından verilmiştir.

İsmail Dümbüllü, kavuğu kendisinden sonra, o yıllarda ‘Kanlı Nigar‘ oyununda Kavuklu karakterini canlandıran Münir Özkul‘a devretmiştir.

 

Mahmut Hoca karakteriyle hem gönüllerimize hem de akıllarımıza kazınan Münir Özkul, kavuğu 1989’a kadar elinde tutmuş ve bu geleneğin zinciri sonrasında Ferhan Şensoy’a geçmiştir.

Münir Özkul’la oynadığı bir oyun sonrasında, oyun içinde yaptıklarıyla Münir Özkul’u çok etkileyen Ferhan Şensoy, kavuğun yeni sahibi olmuştur. “Kavuğu vereceğin kişi Türk tiyatrosunu ileri götürecek biri olmalı” sözünün ardından da kavuğu Pardon filminde rolleri paylaştığı Rasim Öztekin’e vermiştir.

“Büyük özverilerle Baba Sahne’yi kuran, zorlu koşullarda tiyatro yapmaya ve tiyatroyu yaşatmaya çalışan Şevket Çoruh’a Türk tiyatrosuna bugüne kadar yaptığı ve yapacağı katkılardan dolayı kavuğu devredeceğim.” diyen Rasim Öztekin, vefat etmeden önce kavuğu Şevket Çoruh’a vermiştir.

Orta Oyunun Özellikleri

Orta Oyununun Bölümleri

Dört bölümden oluşur. Bölümlerin içeriği Karagöz oyununa benzer.

Müziğin başlamasıyla Pişekâr sahneye gelir. Oyunu tanıttıktan sonra Kavuklu’nun oyuna gelmesini bekler. 

 

 

MEDDAHLIK

Taklitler yaparak, hoş hikâyeler anlatarak halkı eğlendiren sanatçı olarak tanımlanır. Tek kişilik bir tiyatro örneğidir. Basit bir dekor malzemeleriyle halk hikâyeleri anlatırlar. En önemli meddahlar; Kel Hasan, Sururi ve İsmail Dümbüllü’dür. Meddah, anlatı bölümlerinin arasına söyleşmeli, taklitli, kişileştirmeli bölümler yerleştirdiği için o da diğer dramatik türlere benzerlik göstermektedir. Karagöz oyunlarına çok yakınsa da çok zengin kaynaklara dayanması, hikâye dağarcığının çeşitliliği, güldürmenin yanı sıra çeşitli olayları da yansıtması ile onlardan ayrılır. Dede Korkut, Köroğlu gibi geleneksel Türk kaynaklarından gelen konular, İslam geleneğinden gelen dinsel konular, Hz. Ali’den gelen konular, İran geleneklerindeki efsaneler içinde değişik mizaçları yansıtırdı.

Karagöz ve ortaoyununun salt gösterimci birer tiyatro olmasına karşın, meddahların seçtiği konulara göre benzetmeci, gerçekçi tiyatroyu zorladığı görülür. Karagöz ve ortaoyununda seyirci için oyun oyundur, oyuncu da oyuncu; o nedenle oyun sırasında bir özdeşleşme, oyunun havasına kendini kaptırma göremeyiz. Oysa meddah, seçtiği konuya göre seyircide bir coşkunluk, üzüntü, merak, acıma duygusu yaratır.

Meddahlar hikayeye başlar ve bitirirken çeşitli söz kalıplarına başvururlardı. Kimi kez çeşitli ağızlardan kısa taklitler yapılarak hikayeye başlanır, hikayeden önce çeşitli tekerlemeler görülürdü. Daha sonra meddah hikayesini anlatır ve hikayenin sorumluluğunu hikayenin kaynağına bırakıp özür dilerdi. 18. yüzyıldan bir tanık , meddahların kahvede hikaye anlatırken kimi zaman resmi bir haber kaynağı gibi , hükümet çevrelerince siyaset yapmaları için görevlendirildiğini söylemiştir.

 

    Meddah öyküsünü anlatmaya değneğini yere üç defa vurarak Hak dostum, hak sözleriyle ve bir tekerlemeyle başlar. Kişi ve yer adları yüzünden kimse üzerine alınmasın diye isim isme, kisip kisbe, semt semte benzer, geçmiş zaman söylenir, yalan gerçek vakit geçer şeklinde bir ifade kullanarak kimseyi gücendirmemeye çalışır. Anlatım esnasında bazen duraklayıp dinleyicinin anlamasına ve yorum yapmasına olanak tanır, bazen de en heyecanlı yerde keserek dinleyenlerden para toplar. İcrasını her ne kadar sürçülisan ettikse affola diyerek tamamlar.

 

      Eylem planı kapsamında günümüz meddahlarından Prof. Dr. Nurhan Tekerek, Sinan Bayraktar ve Ahmet Yenilmez’in performansları ile TRT arşivinden Erol Günaydın, Münir Özkul, Gazanfer Özcan ve Hakkı Karadayı’nın canlandırdıkları meddah gösterileri DVD olarak bir kitapçık eşliğinde yayımlanmıştır.

2003 yılında İnsanlığın Sözlü ve Somut Olmayan Kültürel Mirasının Başyapıtları arasına giren Meddahlık Geleneği, 2008 yılında UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’ne alınmıştır.

 

Köy Seyirlik Oyunu 

Halkın düğün, bayram, baharın gelişi, hasat mevsimi, bağbozumu vb. gibi bolluk ve bereketi, yenilik, dirlik ve düzeni temsil eden zamanlarda kendi içinde oynayıp sergiledikleri oyunlara “ köy seyirlik oyunları” denir. Bu oyunların tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Eski halk geleneğinde şölen, sığır, yuğ törenlerinde dini bir temsil olarak ortaya çıkmış zaman içinde değişerek günümüze kadar ulaşmıştır. Köy seyirlik oyunları içerik ve oynanış olarak ortaoyununa benzer. Bu türün köy oyunlarından geliştiği de söylenebilir.

Eski çağlarda ilkel insan doğada deprem, yıldırım, varoluş gibi anlam veremediği olayları açıklamak için doğadışı varlıklara ve olağandışı olaylara (sihir, büyü) inanmıştır. Böylelikle mitler ortaya çıkmış, insanoğlu belaya (lanet) uğramamak için doğadışı unsurlar için dini merasimler düzenlemiştir. Merasimlerde taklit varlık (Tanrı, güç) adına yapılan danslar (mimatik) zamanla taklitlere dönüşmüş böylelikle drama sanatı doğmuştur. Halk seyirlik oyunlarının kökeni işte bu inanış ve yaşayış temellerine dayanır

Köy Seyirlik Oyunlarının Özellikleri

  1-Köy seyirlik oyunlarında konu dinsel temellere dayanır. Oyunlar çoğu kez bolluk ve bereketi sağlamak için düzenlenir.

2-Oyunların yönetmeni eski kültürde şamalardır. Günümüzde oyunlar oyunları bilen ehil kişiler tarafından yönetilir.

 3-Seyirlik oyunlarda oyuncular acemi köylülerdir. Çok defa aynı oyuncu hem oyunda görev alır hem seyirci olarak oyunu izler.

  4-Seyirlik halk oyunlarında gerçek bir dekor ve kostüm yoktur. Oyun öncesi kısa bir hazırlık yapılır. Dekor olarak masa, sandalye, sandık, dükkan kullanılır. Kostüme dekordan daha çok önem verilir. Temsil edilen karakteri tanıtıcı kıyafetler tercih edilir. Bazen erkek oyuncular kadın kıyafeti giyer.

 5-Köy seyirlik oyunlarının önemli özelliklerinden biri de oyunların doğaçlama oluşudur. Belli kalıplar çevresinde oyunlar akla gelindiği gibi oynanır. Oyunların yazılı metinleri bulunmaz.

 6-Oyunlar köy meydanı, hasat yeri, bahçe gibi yerlerde oynanır. Oyunlar çoğunlukla gece oynanır.

 7-Halk oyunlarımızın birçoğunda olduğu gibi köy seyirlik oyunlarında da içerik gülmeceye dayanır. Bunun yanı sıra avı, hasadı, evliliği, ayrılığı, ölümü anlatan oyunlar da vardır.

8-Köy seyirlik oyunlarında taklit çok önemlidir. Her türlü doğa unsuru taklit edilebilir. Oyunlarda çeşitli hayvanlar ses ve hareketleri ile taklit edilir.

 9-Oyunlar sadedir. Genellikle tek bir tema etrafında oynanır. Oyunların kahraman sayısı azdır.

 

 

 

 

Kukla

Geleneksel Türk Tiyatrosu üzerine pek çok araştırma yapılmış ancak bunlarda kukladan pek az bahsedilmiştir. Bunun başlıca nedeni kukla üzerine olan kaynakların birçoğunun gölge oyunu sanılmasıdır. Diğer bir nedense kukla gösterilerine, eldeki kaynakların kukla adını vermesi 17. yüzyılda başlamasıdır. Ancak ortaoyunu nasıl çok eskilerde başlamasına rağmen adını 19. yüzyılda aldıysa, kukla da 17. yüzyıldan çok daha eskilere dayanır. Türkiye’de yüzyıllar boyunca çeşitli kukla türlerinin bilinip oynanmış olmasına karşın; kukla hiçbir zaman karagöz gibi ağırlığını belli etmemiştir. Yaygın olarak kullanılan üç çeşit kukla vardı.

 Tanzimat Dönemi Türk Tiyatrosu

1. Osmanlı Devleti’nin batıya yönelmesi Tanzimat Fermanı’nın ilan edildiği 1839’dan önce başlamıştır.
2. Tiyatro alanında batılılaşma girişimlerine padişahların da destek verdiği bilinmektedir.
3. 18.yy‟da temelleri atılmaya başlanan bu yenilik girişimleri 19.yy‟da da gelişim gösterecektir. Fransız İhtilalinin olduğu yılda tahta geçen III. Selim genel bir reform yapılması gerektiğini düşünmekteydi.

4. III. Selim döneminde yeniçeri ocağının yanı sıra
Nizam-ı Cedit kurulmuş ve geleneksel tiyatro
türlerimiz olan ortaoyunu ve karagöze karşılık
batı tiyatro türleri Türkiye’ye getirilmiştir.
5.III. Selim döneminde Batı tiyatrosu artık Osmanlı
Devleti içerisinde kendisine bir yer edinmeye
başlamıştır. Bu dönemde Avrupalı tiyatro
oyuncuları temsiller vermekte ve padişah bu
oyuncuları saraya temsil vermeleri için
çağırmaktadır.

6.II. Mahmut döneminde tiyatroya ilgi daha da
artmıştır. II. Mahmut tiyatro temsilleri verilmesi
için iki amfi tiyatronun açılmasına izin vermiş
hatta bu girişimi desteklemiştir.

7. Tanzimat Fermanı’nın ilan edildiği 1839 yılından itibaren Batı
medeniyeti dairesine giren Osmanlı Devleti yukarıda da söz
ettiğimiz gibi Batı’dan yeni edebî nevileri almaya başlamıştır.

8. Yenilikçi bir padişah olan Abdülmecid batılı anlamda tiyatro sanatını Türk gençleri tarafından icra edilmesini istemiştir. Abdülmecid Beyoğlu‟nda yapılan tiyatrolarda yabancı topluluklar
tarafından verilen opera temsillerini izler, bu sanatkârları zaman zaman sarayına çağırır, seyreder ve ödüllendirirdi.
•  “Tanzimat Dönemi’nde Tiyatro” aslında yabancı ve
yerli özellikleri iç içe barındırmaktadır.
• Abdülaziz döneminde maddi yetersizlikler nedeniyle
tiyatro kısıtlanmış, II. Abdülhamid döneminde ise tiyatro
neredeyse yok olma derecesine gelmiştir.
• Tanzimat döneminde tiyatronun gelişmesinde saray ve
çevresinin yanında üst düzey devlet görevlilerinin de
önemli katkıları olmuştur.
• Bütün bu batılılaşma faaliyetleri yabancıların Osmanlı
topraklarında bilhassa da İstanbul’da daha rahat hareket
edebilmesini sağlamıştır. Tanzimat Fermanı’yla birlikte
Avrupa’dan gelen yabancı gezgin tiyatro gruplarının
İstanbul’da yaptıkları gösterilerin ilgi çekmesi üzerine
birçok yabancı tiyatro grubu buraya gelmeye başlamıştır

• Avrupa’ya elçilik ve benzeri yüksek düzeyde görevlerle giden
devlet adamlarımız Ahmet Vefik Paşa, Namık Kemal, Ziya Paşa,
Abdülhak Hamid, İbrahim Şinasi, Ahmet Mithat tiyatro türünün
gelişmesinde önemli işlevler yüklenmişlerdir.
• Tiyatronun gelişmesindeki ilk adımlar da Batı edebiyatlarında
yer alan oyunların birebir Türkçeye çevrilmesi ya da bizim
kültürümüze uyarlanmasıyla olmuştur.

Metne dayalı ilk tiyatro eseri Şinasi‘nin “Şair Evlenmesi” isimli komedisidir. Şinasi, orta oyunu tiplerinden de faydalanarak ilk yerli tiyatro olarak kabul edilen Şair Evlenmesi’ni (1860) kaleme almış; bir töre komedisi olan bu eserinde görmeden evlenmenin (görücü usulü) mahzurlarını anlatmıştır.

Tanzimat Dönemi edebiyatının en verimli tiyatro yazarından biri Namık Kemal’dir. Vatan ve kahramanlık temalarının güçlü bir dille işlendiği “Vatan yahut Silistre (1873)” oyunu, uzun zaman aşılamayacak bir sahne ve seyirci rekoru kırmıştır. Tarihî bir tiyatro olan “Celalettin Harzemşah (1875)”, birer aşk dramı olan “Zavallı Çocuk (1873)“, “Akif Bey (1874)”, “Gülnihal (1875)” ve yazarın ölümünden çok sonra yayımlanan “Kara Bela (1910)” ile Namık Kemal’in bütün tiyatroları, onun yazı hayatının birkaç yılı içine sıkışmış eserlerdir. Aşk dramları da dâhil olmak üzere bütün tiyatrolarının ortak özelliği “vatanseverlik, fedakârlık, ahlak” gibi büyük insani değerlerin aşk duygusuyla çatışması ve üstünlüğüdür. Namık Kemal’in tiyatroları bu yönüyle klasik Fransız tiyatrolarını düşündürdüğü gibi, kahramanlarının aşırı duygusallık ifade eden diyalogları da romantizmden kaynaklanmaktadır.

Ahmet Mithat Efendi de yayımlanmış yedi tiyatrosuyla önemli oyun yazarları arasındadır. Başta romanları olmak üzere tiyatrolarında da topluma faydalı olmayı, eğlendirerek öğretmeyi hedef alan Ahmet Mithat “Eyvah (1871)” adlı oyununda iki kadınla evli olan erkeğin psikolojik bölünmesini dramatize ederek çok eşliliği eleştirir. “Açıkbaş (1874)”, alafranga yaşamaya özentili bir ihtiyarın kendisinden çok genç bir kızla evlenmesini eleştiren bir komedidir…

Recaizade Mahmut Ekrem‘in tiyatro ile ilgili çalışmaları Namık Kemal‘den de önce başlar. Ancak, o bu oyunlarında, şiirlerinde olduğundan daha da başarısız kalmıştır. “Afife Anjelik (1869)” ve “Vuslat yahut Süreksiz Sevinç (1875)” basit birer romantik aşk dramıdır. “Çok Bilen Çok Yanılır (1916, yazılışı 1875)” ise konusu halk hikâyelerinden çıkarılmış bir töre komedisidir.

Bütün Tanzimat Döneminin eser sayısı bakımından en verimli yazarı Abdülhak Hamit Tarhan‘dır. Basılmamış iki tiyatrosuyla birlikte 25 oyunu olan Hamit’in bu eserlerinin hemen hepsi trajedi türüne girer. Tiyatrolarından bazıları tamamen manzum, bazıları mensur, bir kısmı da nazım-nesir karışıktır. İlk yayımladığı üç tiyatrosu, “Macera-yı Aşk (1873)”, “Sabr ü Sebat (1875)” ve “İçli Kız (1875)” kendi döneminin duygusal dramlarının etkisiyle yazılmıştır. Oyun metni ve tiyatro tekniği açısından eleştirilere uğramış olan, genelde sahneye aktarıl­ması mümkün olmayan (oynanmak için değil okunmak için yazılan) ve oldukça ağır ve külfetli bir dil kullan­dığı eserleri, bu kusurlarının dışında Türk tiyatro edebiyatına epey de zenginlik kazandırmıştır.

Bir devlet adamı, diplomat ve yazar olan Ahmet Vefik Paşa, Moliere’den yaptığı çevirilerle tanınmıştır. Victor Hugo ve Voltaire’in eserlerini tercüme ettirmiş, Bursa valisiyken yaptırdığı tiyatro binasında, kendi çevirdiği ve uyarladığı piyesleri oynatmış; halka tiyatro zevkini aşılamaya çalışmıştır. Bunun için Ahmet Vefik PaşaTürk ti­yatrosunun kurucusu sayılmaktadır.

Âli Bey; İstanbul’da doğmuş, küçük yaşta Fransızcayı öğrenmiş ve çeşitli devlet hizmetlerinde bulunmuş, en son Duyun-u Umumiye İdaresi’nde müfettiş ve direktör olmuştur. Ölünceye kadar aynı görevde kalmış, bu ne­denle “Direktör” lakabıyla anılmıştır. Mizah alanındaki yeteneğiyle Tanzimat’tan sonraki Türk tiyatrosunun ge­lişmesinde katkısı olmuştur. Onun, Teodor Kasap tarafından çıkarılan ve Tanzimat sonrası dönemin ilk mizah mecmuası sayılan “Diyojen”de yayımlanan yazıları, mizah edebiyatının o dönemdeki en güzel örneklerinden­dir. Gedikpaşa’da kurulan “Osmanlı Tiyatrosu”nda, Namık Kemal ve Güllü Agop ile görev alarak Türk tiyatro­sunun gelişmesine katkı sağlamıştır. Ahmet Vefik Paşa’nın izinden giden Âli Bey; Moliere‘den, “Ayyar Hamza” piyesini ve “Letafet” operetini uyarlamıştır. Âli Bey, Ahmet Vefik Paşa’dan farklı olarak halk söyleyişlerine yaklaşmış, deyimlerden yararlanmıştır.

Tiyatroda İlkler

Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu

Servetifünun Dönemi’nde geri planda bırakılan Milli Edebiyat ile gelişmeye başlaya tiyatro, Cumhuriyet Dönemi’nde gelişimini hızlandırmış ve son derece güçlü bir yapıya bürünmüştür. 

Bu dönemde özellikle Muhsin Ertuğrul’un “Şehir Tiyatroları” açma girişimi ve Ankara’da Devlet Konservatuvarlarının açılması tiyatronun gelişimini hızlandırmış ve tiyatroyu Anadolu’ya taşımıştır. 

Cumhuriyet Dönemi tiyatrosu Atatürk ilkelerinin halka aktarılması amacıyla bir araç olarak görülmüş ve bunun neticesinde çocuk tiyatrosuyla ilgili çalışmalar yapılmış ve kadınlar sahnede daha çok yer almaya başlamışlardır. 

Halkın anlayabileceği son derece sade bir dilin kullanıldığı bu metinlerde geleneksel tiyatro ile modern tiyatronun unsurları birleştirilerek verilmeye çalışılmıştır. Bu dönemin önemli eserlerinde görülen Batılı tiyatro anlayışı son derece gelişmiş bir yapıya bürünmüştür. 

Cumhuriyet Dönemi’nde epik ve absürt tiyatro türünde de eserler kaleme alınmıştır. Tiyatronun gelişmesiyle bu dönemde son derece önemli eserler de kaleme alınmıştır. 

Cumhuriyet Dönemi Tiyatrosunun Önemli Eserleri ve Yazarları

Geleneksel Türk Tiyatrosu ile Modern Türk Tiyatrosu Arasındaki Farklar

HALDUN TANER: (1915-1986)

 

Öykü: Yaşasın Demokrasi, Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu, On İkiye Bir Var, Sancho’nun Sabah Yürüyüşü, Ayışığında “Çalışkur”, Konçinalar, Yalıda Sabah

Tiyatro: Huzur Çıkmazı, Fazilet Eczanesi, Zilli Zarife, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Günün Adamı, Dışarıdakiler, Keşanlı Ali Destanı, Ayışığında Şamata, Astronot Niyazi,

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BAĞLAÇ

10. SINIF 3. ÜNİTE

EDEBİ AKIMLAR