9. SINIF 2. TEMA ANLAM ARAYIŞI

 

9. SINIF

2. TEMA ANLAM ARAYIŞI



HİKAYE (ÖYKÜ)

 

               Yaşanmış ya da yaşanabilir olay veya durumların kişi, yer ve zamana bağlı olarak okuyucuda heyecan ve

zevk uyandıracak şekilde anlatıldığı kısa edebî türe hikâye (öykü) denir.

 

               HİKAYENİN ÖZELLİKLERİ

1- Hikayede olmuş ya da olma ihtimali olan olaylar anlatılır.

2- Hikayelerde olay ve kahraman sayısı sınırlıdır.

3- Hikayelerde mekan ve zaman betimlemesi kısa tutulur.

 

4- Neredeyse her konuda hikaye yazılabilir.

5- Hikayelerde dil sadedir.

6- Hikayelerde –miş ya da –di’li zaman dilimi kullanılır.

 

7- Hikayelerin olay örgüsü çoğunlukla sıralı yani kronolojiktir.

8- Hikaye türü edebiyatımızda masalların gerçeklik unsurunun artırılması ile ortaya çıkmıştır.

9- Hikâyelerde düşündürmekten çok, duygulandırmak ve heyecanlandırmak esastır.

10- Hikâyeler, gerçek ya da düş ürünü bir olayı kısa şekilde anlatır.

 

               HİKÂYENİN YAPI UNSURLARI

Olay Örgüsü          Kişiler          Mekân       Zaman

 

a) Olay Örgüsü: Edebi metinlerde, eseri oluşturan bütün ögelerin, bir ana tema çevresinde bir araya gelerek belli

bir sistem, düzen oluşturmasına olay örgüsü denir.

 

b) Kişiler (Şahıs Kadrosu): Yazar, eserin temasına, vermek istediği duygu, düşünce ve iletiye uygun özelliklere sahip kahramanlar yaratır, bunlara kişi denir.  

 

Tip: Belli bir sınıfı, toplumun belli bir kesimini üzerinde taşıyan kişilere denir. Tipte bir insanın kendine özgü

özellikleri yoktur; tüm insanların ortak yanlarını kişiliğinde birleştirmiş kişidir. Örneğin dar gelirli memur, işçi,

hoca gibi kişiler ait oldukları sınıfı temsil eden tiplerdir.

 

Karakter: Edebi eserlerde belli bir kesimi değil, yalnızca kendini temsil eden kişilere verilen addır. Karakterin

kendine özgü bir duygu ve düşünce dünyası vardır. Onu benzerlerinden ayıran yanları, kişisel özellikleri daha

çok ortaya konur.

 

c) Zaman: Hikâyede olayların yaşandığı saat, gün, yıl hikâyenin zaman çerçevesini oluşturur. Hikâyelerdeki olaylar genellikle kısa zaman dilimlerinde oluşur ve tamamlanır.

 

d) Mekân (Yer): Hikâyede olayın oluştuğu, geliştiği çevre veya yere “mekân” adı verilir.  Edebî metinlerde mekân, genellikle kişilerin  psikolojik özelliklerini ortaya çıkarmanın bir  aracı olarak kullanılır.

              

HİKÂYENİN BÖLÜMLERİ

 

a.     Serim bölümü; yer ve zamanın belirtildiği, kişilerin tanıtıldığı, olayın anlatılmaya başlandığı bölümdür.

 

b.     Düğüm bölümü, olayın okuyucuda merak duygusu oluşturacak şekilde işlendiği bölümdür.

 

c.     Çözüm bölümü, olayların düğümlerinin çözüldüğü bölümdür. Okuyucuda merak uyandıran sorular bu  bölümde cevaplanır.

 

NOT: Bazı hikâyelerde bu bölümler bulunmayabilir.

 

                 HİKAYE İLE İLGİLİ BAZI KAVRAMLAR

Hikayede Tema, hikâyedeki temel duygu veya düşüncedir, soyut ve geneldir: sevgi, dostluk vb.

 

Hikayede Konu, hikâyedeki duygu veya düşüncenin somut bir duruma bağlı olarak ele alındığı olgudur, temayı

sınırlandırır: Türkiye’de aile bağları vb.

 

 

Hikayede Karşılaşma, olay çevresinde gelişen edebî metinlerde çatışmaları, olay halkalarını veya yeni durumları oluşturacak şekilde kahramanların yüz yüze gelmeleridir.

 

Hikayede Çatışma, hikâyede karşıt duygu, düşünce ve isteklerin; kişilik özelliklerinin bir arada sergilenmesi ile ortaya çıkan durumdur. Olayların dayandığı asıl ögedir, merak duygusunu canlı tutar: hayal-gerçek çatışması vb.

 

Hikayede Anlatıcı, hikâyedeki olayı anlatan kişidir. Anlatıcı, yazarın kendisi değil kurmaca bir kişidir.

 

       Eseri yazan da onu okuyan ya da izleyen de gerçek kişilerdir. Edebi metinleri anlatan kişi ise soyut bir kişidir. Çünkü bu, yazar tarafından kurgulanmıştır. Anlatıcının varlığı da gerçekliği de metnin içindedir, o metin içinde yaşar. Dış dünyada bir gerçeklik oluşturmaz. Ayrıca yazar ile eserdeki olayı anlatan kişi arasında da bir ilişki, benzerlik bulunmaz. Hikâyede olaylar birinci veya üçüncü kişi anlatıcının ağzından anlatılır.

 

Hikyede bakış açısı; anlatıcının hikâyedeki kişi, olay, yer ve zamanı ele alış biçimi ve bunlara karşı takındığı tutumdur.

 

 

1. Hakim (İlahi) Bakış Açısı:

 

µ Hakim bakış açısında anlatıcı kendisinden  “ben” diye söz etmez,  her zaman III. tekil  kişi “o”yu kullanır.

µ Hakim bakış açısıyla yazılan eserlerde anlatıcı her şeyi bilir, her zamanda ve her yerdedir.

µ Olaylara ve kişilere tümüyle hakimdir, sanki  sınırsız bir güce sahiptir.

µ Olayları, bunların neden başladığını, nasıl  gelişeceğini ve nasıl sonuçlanacağını bilir.

µ Kişilerle ilgili her şeyi, onların düşüncelerini, niyetlerini sezer; kahramanların geçmişlerini bildiği gibi geleceklerini, gelecekte neler yaşayacaklarını da bilir, aynı anda farklı çevrelerde gerçekleşen olayları da görür.

µ Kahramanların duygularını, düşüncelerini, kafalarından neler geçirebileceklerini anlar ve anlatır.

 

ÖRNEK :

     Şahin Efendi'ye hayalinin ezeli kâbusu olan “Yeşil Gece”si hiçbir zaman bu kadar karanlık ve feci; insanlar bu              kadar korkunç ve zalim görünmemişti.

     Görünmez bir el, göğsüne basmasa, soluğunu tıkamasa bu zalim kalabalığa tek başına isyan ederek haykıracak, kendini kuduz bir köpek gibi sopayla, taşla parçalatacak. Şahin Efendi, yine ömrünün hiçbir dakikasında bu kadar bedbinlik ve ümitsizlik duymamıştı.

      Kendini dünyanın bütün zevklerinden mahrum etmiş, hayatını bu halkı uyandırmaya, mutlu etmeye adamıştı. Zulüm ve haksızlıktan bu kadar zevk duyan insanları yola getirmeye çalışmak, çocukça bir hayal değil miydi?

       Şahin Efendi, bu vahşet sahnesi karşısında inancının da sarsılmaya başladığını, tükenmez bir karanlık içinde            son dayanağını da kaybedeceğini anlıyor, çıldırıyordu.

Reşat Nuri Güntekin (Yeşil Gece)

 

2. Kahraman (Ben) Bakış:

 

µ  Olay örgüsü, mekan ve kişiler eserin başkahramanlarından biri tarafından anlatılır.

µ  Anlatıcı ilahi bakış açısına sahip değildir. O da metindeki diğer insanlar gibidir. Bu yüzden de bakış açısı ilahi anlatıcıda olduğu gibi geniş değildir.

µ  Anlattıkları, yaşadıkları ve gördükleriyle sınırlıdır. Yalnızca ne biliyorsa, ne duyduysa, ne gördüyse ve ne

yaşadıysa onu anlatır.  Okur da her şeyi onun gözüyle görür, onun bildiği kadarını bilir.

µ  Bu tür metinlerde anlatıcı kendisinin yaşadığı olayları anlatırken  I. tekil ve I. çoğul kişileri kullanır. (baktım, gitmiştik, seviyordum, düşündük...) olayların içindeki diğer kişilerin yaptığı eylemleri anlatırken de III. tekil                   veya III. çoğul kişiyi (anladı, döndüler, sevindi, oturdular...) kullanır.

 

ÖRNEK :

               İşin garibi saatimizi o kadar iyi tanıyan, günlerce ziyaret eden, sattığımı yakından bilen Dr. Ramiz’in Mübarek’teki bu değişiklik karşısında hayretiydi. Nihayet dayanamadı beni bir köşeye çekti,  gayet gizli ve endişeli

bir sesle:

     – Kardeşim, dedi ben bu gece Mübarek’i çok değişmiş gördüm. Nasıl diyeyim, fazla süslü gibi geldi bana!

      Elimdeki viski kadehini ona tutuşturmuştum:

     – Doğru! diye cevap verdim. Para, refah, fazla kazanmak hırsı hepimiz gibi onu da değiştirdi.

     – Ama onunki biraz fazla! dedi. Eskiden daha sade ve güzeldi.  Önüne geçemiyor musunuz?

     – Mümkün değil! Hiçbir şey yapamıyoruz. Yapamayız da...  Çok nasihat verdim, bir türlü dinlemiyor..

Ahmet Hamdi TANPINAR (Saatleri Ayarlama Enstitüsü)

 

 

3. Gözlemci (Müşahit) Bakış Açısı:

 

µ   Anlatıcı yönünden kahraman bakış açısıyla yapılan anlatıma benzer. Aralarındaki temel fark, gözlemci anlatıcının, olayların oluşması ve akışında belirleyici rolü olmayan adsız sansız biri olmasıdır. Çoğunlukla geri planda kalır, olayların içinde yer almaz, olayları gözlemlemekle yetinir.

µ   Gözlemci anlatıcı, etrafında olup bitenleri bir kamera gibi izler, tarafsız bir tutumla gözlemlerini okura aktarır.

µ   Gözlemci anlatıcı, ilahi anlatıcı gibi her şeyi bilmez, kahraman anlatıcı gibi de olayları, kişileri ve çevreleri de                kendi bakış açısı doğrultusunda anlatmaz, olup bitenlere tarafsız bir açıdan bakar, yalnızca görüp gözlemlediği gerçeği aktarır.

 

ÖRNEK:

       Delikanlı ilk olarak biraz cesaretle konuştu. “Siz de bu bilimin içindesiniz galiba.” dedi. “Olabilir,” dedi yaşlı               adam, “Üstelik gözlüklerim de var, sanki törene çağrılmışım gibi koyu renk de giyinmişim. Ne dersin, dört yüz puanı filan geçersen bu asık suratlı bilim ailesine sen de katılmak ister misin?”

      Genç adam küçük kasabasını, kerpiç evini, çevresini, yaşadığı bölgeyi ve bütün kültürünü bir anda açığa vuran            bir sesle, “Böyle şeyleri biz nereden bilek?” dedi. “Tamam!” diye atıldı gözlüklü bilim adamı; “Mustafa İnan da tıpkı                  bu sesle, bu şiveyle konuşurdu; ama bundan utanırmış gibi görünmezdi.”

       Esmer delikanlı şivesinden utandığını göstermemek için elini yüzüne götürdü, alnını kaplayan sık saçlarını karıştırdı: "Kim bu Mustafa İnan?” Bilim adamı ciddileşti: “Bugün bilim ödülü alacak işte.” Mustafa İnan’ın hemşerisi olduğunu öğrenen genç adam heyecanlanmıştı. Kapıya doğru boynunu uzattı: “Onu bana göstersenize.” dedi.

               Oğuz ATAY  (Bir Bilim Adamının Romanı)

 

 

HİKAYE TÜRÜNÜN İLK ÖRNEKLERİ

 

1.     XIV. yüzyılda İtalyan edebiyatında Boccaccio’nun (Bokaçyo) yazdığı “Decameron (Dekameron)” adlı eser, hikâye türünün ilk örneği kabul edilir.

2.     Hikaye türü ilk olarak Türk edebiyatına Tanzimat Dönemi’nde girmiş olup Emin Nihat Bey’in yazdığı “Müsâmeretnâme” adlı eser ilk hikaye denemesidir.

3.     Hikayenin ilk örneği Ahmet Mithat Efendi’nin “Letâif-i Rivâyât” adlı eseri kabul edilir.

4.     Teknik açıdan güçlü, Batılı örneklere benzeyen ilk hikâye Samipaşazade Sezai’nin “Küçük Şeyler” adlı eseridir.

 

               HİKAYE TÜRLERİ

 

               1. OLAY HİKAYESİ (Klasik/Vaka)

 

               Herhangi bir olayı merkeze alarak; serim, düğüm ve çözüm bölümlerini içinde barındıran ve olay akışı, kişi,

mekan  ve zaman gibi unsurları içerisinde barındırarak kaleme alının hikayelere “olay hikayesi” denilmektedir.

              

               Bu tarz hikâyenin temeli bir olay anlatımına dayanır. Olay hikâyesinde kahramanların ve çevrenin tasvirine önem verilir, okuyucuda merak ve heyecan duygusu uyandırılır.

 

               Fransız yazar Guy de Maupassant (Giy dö Mopasan) tarafından geliştirilen bu hikâye türüne Maupassant

tarzı hikâye de denir.  

   

               Olay hikâyesinin Türk edebiyatındaki en önemli temsilcileri  Ömer Seyfettin, Refik Halid Karay, Reşat

Nuri Güntekin, Sabahattin Ali’dir.

 

               2. DURUM (KESİT) HİKÂYESİ

 

               Bir olaya yaslanmayan, bunun yerine yaşamdan bir kesit sunan ya da belli bir insanlık durumunu belli bir ortam içinde veren hikâye biçimidir.

    

               Durum hikâyesinde ruhsal çözümlemelere ağırlık verilir, olay  ikinci planda kalır. Bu tarz hikâyede okuyucunun merak duygusuna seslenilmez. Bu hikâye türünde belli bir serim-düğüm-çözüm aşamaları, bunları hazırlayan uzun betimlemeler ve ipuçları bulunmaz.

 

               Rus yazar Anton Çehov tarafından geliştirilen bu hikâye türüne Çehov tarzı hikâye de denir.

              

               Durum hikâyesinin Türk edebiyatındaki başlıca temsilcileri Memduh Şevket Esendal ve Sait Faik Abasıyanık’tır.

 

               Olay Hikayesi ile Durum Hikayesi Karşılaştırma

 

1. Olay hikayelerinde ana değer olay iken yani bir olayın anlatılması iken durum hikayelerinde varlıkların veya

olayların durumu üzerinde durulur.

2. Olay hikayelerine Maupassant öncülük etmişken durum hikayelerine Çehov öncülük etmiştir.

3. Olay hikayelerinde hikayenin giriş gelişme ve sonuç bölümleri daha belirginken bu durum durum hikayelerinde

bu kadar belirgin değildir.

 

4. Durum hikayelerinde hayattan bir kesit ele alınırken olay hikayelerinde daha geniş bir kesit ele alınır.

5. Durum hikayelerinde belli bir sondan söz edilemezken olay hikayelerinde öykünün bir sonu vardır.            

6. Durum hikayelerini okuyucu kendine göre yorumlarken olay hikayeleri buna imkan vermez.

 

7. Durum hikayelerinde bitmeyen son herkeste farklı bir çağrışım uyandırır.

8. Edebiyatımızda olay hikayesinin başlıca temsilcisi Ömer Seyfettin’dir. Durum hikayesi tarzında Sait Faik

Abasıyanık ve Memduh Şevket Esendal en yetkin eserleri vermiştir.

9. Olay hikayelerinde bir olay sürekli akıp giderken durum hikayelerinde bu durum çok yavaştır.

10. Olay hikayelerindeki serim düğüm çözüm bölümleri daha ayırt edici niteliktedir.

 

HİKAYEDE KULLANILAN ANLATIM BİÇİMLERİ

 

               ÖYKÜLEYİCİ ANLATIM

 

               Hikâyede anlatılan olayı mekân, zaman ve kişi kavramlarıyla ilişkilendirerek veren anlatım biçimine öyküleyici anlatım denir.

 

      Olay anlatımına dayanan anlatım biçimidir. Bu anlatım biçiminde okuyucuyu olay içinde yaşatmak amaçlanır. Öyküleyici anlatımda kişiler, olay örgüsü, mekân ve zaman ögeleri bulunur; fiil ve fiilimsilere çokça yer verilerek

kişiler hareket hâlinde yansıtılır.

 

ÖRNEK:

       Gözleri doldu; Beyoğlu Caddesi o  mahşer kalabalığı ve iki keçeli ışıltılı  vitrinleriyle hatırına gelince içini

çekmekten  kendini alamadı. Geçen yıl bu mevsimde  ve bu saatlerde sinema çıkışı kız, erkek bir  sürü arkadaşla pastacılara uğrayıp ne  isterlerse  atıştırmış, üstelik kutu kutu  doldurup  apartmana götürmemişler miydi?  Ya, dadandığı muhallebici... Keşkül üzerine dondurma yerler  ve tekrar sinemaya  koşarlar, gece seansına yetişirlerdi.”

                              Refik Halid Karay (Memleket Hikâyeleri)

 

              

               BETİMLEYİCİ ANLATIM

               Bir nesnenin, yerin görünüşünü, kişide uyandırdığı izlenimleri anlatmaya ve kişinin zihninde canlandırmayı amaçlayan anlatıma betimleyici anlatım denir.

 

     Anlatımına göre betimlemeler izlenimsel (sanatsal-yazınsal) betimleme ve açıklayıcı (düşünsel) betimleme olmak üzere de ikiye ayrılabilir.

 

               a. İzlenimsel (Sanatsal) Betimleme

               Anlatıcının konuyu, duygu ve yorumlarını katarak kendinde uyandırdığı izlenimleri anlatmasıdır.

  1. Kişisel yorumlama yapılır. Yani özneldir.

  2. Değişik duyulara seslenen özel ayrıntılar üzerinde durulur.

  3. Ayrıntılar sübjektif olarak verilir.

  4. Amaç sanat yapmaktır.

      

Örnek:

      Kenar mahalleler... Birbirine geçmiş, yaslanmış tahta evler... Kiminin kaplamaları biraz daha kararmış, kiminin balkonu biraz daha eğrilmiş, kimi biraz daha öne eğilmiş, kimi biraz daha çömelmiştir. Hepsi hastadır; onları seviyorum; çünkü onlarda kendimi buluyorum.

 

               b. Açıklayıcı Betimleme

               Anlatıcının konuyu, kişisel yorum katmadan konuyu gerçeklere uygun bir biçimde anlatmadır.

1. Bilgi vermek amacıyla yazılır.

2. Genel ayrıntılar üzerinde durulur.

3. Ayrıntılar objektif (olduğu gibi)olarak verilir.

4. Değişik duyulara seslenen özel ayrıntılar üzerinde durulmaz.

 

Örnek:

     Akdeniz Bölgesinin çatısı, Toros dağları tarafından oluşturulmaktadır. Dağlar bazı yerlerde denize çok sokulur, kayalık ve az girintili çıkıntılı bir kıyı üzerine dikine inerler. Bazı yerlerde ise kıyı çizgisi ile dağ sıraları arasına

Adana Ovası gibi geniş düzlükler girer.

 

               Kişi Betimlemeleri (Portre)

               Kişilerin dış görünüşlerini (fiziksel) ve karakterlerini (ruhsal durum) tanıtan betimlemedir. Kişi betimlemelerine portre denir.

     

Portre; fiziksel portre ve ruhsal portre olarak ikiye ayrılır.

1. Fiziksel portre: Kişilerin dış görünüşlerinin anlatıldığı betimlemedir. Betimlemede kişiyi, diğer kişilerden ayıran fiziksel özellikler belirtilir. Portresi çizilen kişi hakkında özel görüş ve izlenimler de verilebilir.

2. Ruhsal portre: Kişilerin karakter özelliklerinin anlatıldığı betimlemedir.

ANI (HATIRA)

 

               Toplum hayatında önemli görevler üstlenmiş, toplumu ilgilendiren olayları bizzat yaşamış veya bu olaylara şahit olmuş kişilerin, bu olayları duyurmak için sanat değeri taşıyan bir üslupla yazdıkları yazılara anı  (hatıra) denir.

 

               ANI (HATIRA) TÜRÜNÜN ÖZELLİKLERİ

 

1 - Yaşanmakta olanı değil, yaşanmış bir konuyu anlatır.

2 - İnsan belleğinde iz bırakan olay ve olguları anlatır

3 - Tarihsel gerçeklerin öğrenilmesine katkı yaptığı için tarihçilere ışık tutar.

4 - Tanınmış, bilim, sanat ve politika adamlarının yaşamlarını çalışma ve araştırmalarını anlatır.

 

5 - Yazarın unutulmasını istemediği gerçekleri kalıcı kılar.

6 - Geçmiş birinci kişinin ağzından kişisel yargılar ve yorumlarla verilir.

7- Anıların, tarihî gerçeklerin açıklanması sırasında, önemli yardımları dokunur. Anı; tarih değilse de, tarihe yardımcıdır.

8- Yazıldığı devir için önemli birer belge niteliğindedir.

 

9- Anıda süslü sanatlı bir anlatımdan çok açık, sade ve akıcı bir üslûp kullanılır.

10- Anılar, ya günü gününe tutulan notlar hâlinde ya da sonradan hatırlanmak suretiyle yazılır.

 

 

11- Samimi bir üslup ve öznel bir bakış açısıyla kaleme alındığından doğruluğuna yüzde yüz güvenilen kaynaklar değildir.

12- Anı türünde birinci kişi anlatımı söz konusudur.

13- Yazar, hafızasına yardımcı olması için; ele aldığı dönemle ilgili “fotoğraf, mektup, yazı, gazete, dergi, tanık kişiler” gibi kaynaklardan yararlanır.

14- Yazar anlattıklarını tümüyle kanıtlamak zorunda değildir.

15- Kişisel hayatı ele alan öğretici metinler içerisinde sınıflandırılır.

16- Anılar genelde öyküleyici anlatım türünden yararlanılarak yazılır. Ayrıca betimleyici, açıklayıcı ve söyleşmeye bağlı anlatım türlerinden de yararlanılır.

              

               Anı ( Hatıra ) Türü Tarihsel Gelişimi

 

               Batıda en çok yaygın bir tür olup ilk örneğini eski Yunan sanatçısı Ksenophon'un "Anabasis" adlı eseriyle vermiştir.  18. yüzyılda;  *  J. J. Rouseau'nun " İtiraflar"  *  Goldoni'nin "İyilik Sever Somurtkan"   *  Goethe'nin "Şiir ve Gerçek Andre Gide'nin "Jurnaller "  bu alanda önemli eserlerdir. 19. yüzyılda Fransız edebiyatında;  * Victor Hugo'nun "Gördüklerim"   *  Stendhal'ın "Bencillik Anılar”

* Verlaine'nin "İtiraflar”  * Tolstoy'un ”İtidafım" 20. yüzylda dünyanın her ülkesinde çok sayıda edebiyatçı bu türde eserler vermeye devam etmektedir.

 

               Türk Edebiyatında Anı Türü Tarihsel Gelişimi

               Bizde, 7. yüzyıla ait "Göktürk Yazıtları" bu türün ilk örneği sayılmaktadır. Ancak bunlar bunlar tam anlamıyla anı sayılmaz. Ayrıca bir kitabedir. Yani taşlara yazılmışlardır.

 

               Türk Edebiyatında anı türünün ilk örneği Babür İmparatoru Babür Şah’ın yazdığı Babürname adlı eserdir.              Bu eserde Babür Şah 1494’te tahta çıkışından 1524’e kadarki başından geçen olayları anlatır Bu eserden sonra

 

               17. yüzyılda Ebul Gazi Bahadır Han'ın yazdığı "Şecere-i Türk" , Katip Çelebi ve Naima'nın bir çok eseri bu türün örneklerindendir.  Eski edebiyatta anı özelliği taşıyan "vakainameler, gazavatnameler, sefaretnameler ve menakıbnameler bu  türün örnekleri sayılmaktadır.

 

               Osmanlı İmparatorluğunda devletin resmî tarihçileri olan vak’anüvislerin eserlerine vak’aname denirdi.  Bu eserlerde anı niteliği taşıyan metinlere rastlanır.  Divan edebiyatında bazı mesneviler anı türünde kaleme alınmıştır. Keçecizade İzzet Molla’nın yazdığı  “Mihnet-i Keşan” hem anı hem gezi özelliği taşır.

              

               Tanzimat Dönemi’nde Anı

               Edebi tür anlamında anı ise bizde Tanzimat döneminde başlamıştır. Önceleri Ebuziya Tevfik ve Ali Suavi 

çıkardıkları gazetelerde anılarını yayınlarlar daha sonra;

·        Akif Paşa’nın “Tabsıra”

·        Namık Kemal’in “Magaza Mektupları”

·        Ziya Paşa‘nın “Defter-i Amel”

·        Ahmet Mithat Efendi‘nin “Menfa”

·        Muallim Naci‘nin “Ömer’in Çocukluğu”

 

               Servetifünun Dönemi’nde Anı

• Anı türünün Batılı anlamda ilk örnekleri Servetifünun Dönemi’nde verilmiştir.

• Servetifünun nesrinin en önemli yazarı olan Halit Ziya Uşaklıgil, anı türündeki eserlerini dokuz ciltte toplar: “Kırk Yıl” adlı beş ciltlik anı kitabında, hayatının ilk kırk yılını anlatır. “Saray ve Ötesi” adlı anıları ise üç ciltten oluşur ve saraydaki görevi sırasında tanık olduğu olaylara yer verir. “Bir Acı Hikâye”de ise oğlunun ölümünün ardından duyduğu acıları anlatmıştır.

• Servetifünun edebiyatında anı türünde eser veren isimlerden biri diğeri Mehmet Rauf’tur. Dergi ve gazetelerde kalan anı türündeki eserleri “Edebî Hatıralar” adıyla ölümünden çok sonra yayımlanmıştır.  

• Bu dönemin anı türünde eser veren yazarlardan biri de Servetifünun dergisinin sahibi Ahmet İhsan Tokgöz‘dür. İki ciltten oluşan “Matbuat Hatıralarım” adlı bir anı kitabı vardır.   • Servetifünuncular içinde hatıra türünde eser veren diğer bir sanatçı da Hüseyin Cahit Yalçın‘dır. Yazarın anıları, “Edebî Hâtıralar ve Siyasal Anılar” adlarıyla yayımlanmıştır.

               Cumhuriyet Dönemi’nde Anı

 

• Tanzimat sonrası dönemde ilk örnekleri görülmeye başlayan anı türü, Cumhuriyet sonrasında giderek artan bir yaygınlık ve zenginlik kazanır.

• Bu dönemde yayımlanan anılarda, İstiklal Harbi ve Atatürk ile ilgili anıların yanında dönemin siyasi, ekonomik ve toplumsal hayatında önemli yeri bulunan birçok olay ve kişilere dair pek çok konu işlenmiştir. Bunlar dışında sanatçıların kültür, sanat ve edebiyat alanındaki olaylar, kişiler ve eserlere dair fikirleri içeren anılar da önemli bir yer tutar.

• Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “Vatan Yolunda “adlı hatıralarında Mondros Mütarekesi’nden İzmir’in kurtuluşuna kadarki zaman dilimini anlatır. “Anamın Kitabı” adlı anılarında ise çocukluk yıllarında yaşadıklarını ele alır. “Gençlik ve Edebiyat Hatıraları” adlı eserine gençlik dönemini ve edebiyata olan ilgisinin nasıl doğup geliştiğini gözler önüne serer. “Zoraki Diplomat” adlı anılarında ise gönülsüz bir biçimde sürdürdüğü diplomatlık günlerinden söz eder.

 

• Halide Edip Adıvar, çocukluk günlerinden 1918’e kadarki anılarını “Mor Salkımlı Ev” başlığıyla kaleme alır. “Türk’ün Ateşle İmtihanı” adlı anılarında ise Kurtuluş Savaşı sırasında yaşadıklarını ve tanıklıklarını canlı ve etkileyici bir biçimde ortaya koyar.

• Yahya Kemal Beyatlı; “Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım” adlı anılarında yaşadığı dönemin sosyal ve siyasi meselelerine yer verir. “Siyasi ve Edebî Portreler” adlı anılarında ise döneminin siyasi ve edebî kişiliklerini gözler önüne serer.

• Refik Halit Karay, “Üç Nesil Üç Hayat” adlı anılarında Abdülaziz, II. Abdülhamit ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki İstanbul’u ve sosyal unsurları ile ele alır.

• Abdülhak Şinasi Hisar; “Geçmiş Zaman Köşkleri, Geçmiş Zaman Fıkraları, Boğaziçi Yalıları, Boğaziçi Mehtapları” adlı anılarında, 19. yüzyılın ikinci yarısından 20. yüzyıla uzanan bir süreçte İstanbul'u, geçmiş zamanın renkli insanlarını anlatır.

 

• Yusuf Ziya Ortaç, “Bizim Yokuş” adlı anılarında, bir zamanlar yayıncılığın ve gazeteciliğin merkezi olan Babıâli’yi ve gazetecilik yıllarını ele alır. “Portreler”de ise dönemin önemli edebiyatçılarıyla ilgili düşüncelerini ve kendi üzerinde bıraktığı izlenimleri kaleme almıştır.

• Falih Rıfkı Atay; “Atatürk’ün Bana Anlattıkları, Çankaya ve Atatürk’ün Hatıraları” adlı anıları Mustafa Kemal Atatürk’ün şahsiyeti etrafında oluşan anılardandır. Çankaya, Atatürk’ün doğumundan ölümüne kadarki hayatını kapsayan bir eserdir.

• Halikarnas Balıkçısı adıyla tanınan Cevat Şakir Kabaağaçlı, Bodrum'a sürgün edilişini ve orada geçirdiği yılları “Mavi Sürgün” adıyla yayımlamıştır.

 • Şevket Süreyya Aydemir, “Suyu Arayan Adam” isimli anılarında; hem kendi yaşamını, yakın çevresini hem Türk toplumunun yaşadığı önemli değişim ve dönüşümleri kaleme almıştır.

• Halide Nusret Zorlutuna, “Bir Devrin Romanı” adlı anılarında, hayatının ilk otuz otuz beş yıllık dönemine ait yaşadıkları ve gözlemlediklerini yansıtmıştır. “Benim Küçük Dostlarım” adlı anılarında ise öğretmenlik anılarına yer vermiştir.

 

KONULARINA GÖRE ŞİİR TÜRLERİ

    Şiirler işlenen konuya, duygu ve düşüncelerin aktarılma biçimlerine göre türlere ayrılmıştır, bunlar altı başlıkta incelenebilir:

 

LİRİK ŞİİR

      Aşk, tabiat, özlem, gurbet, vatan, din, ölüm gibi konularda duyguların dile getirildiği, coşkulu bir anlatımın kullanıldığı şiirlerdir.

      Adını Eski Yunan’da şairlerin şiirlerini söylerken kullandıkları “lir” adı verilen müzik aletinden almıştır. Türk edebiyatında koşma, semai, varsağı, ağıt, mersiye, ilahi, münacat gibi nazım şekilleri ve türleri lirik şiire örnektir.

 

            O gece gördüm, onun gözlerinde gördüm;

             Gün ne güzel doğarmış meğer açık denizde!

             Onun saçları öğretti bana dalgayı;

             Çalkandım durdum rüyalar içinde.

                                                    Orhan Veli KANIK

 

EPİK ŞİİR

        Savaş ve kahramanlık konularını coşkulu bir anlatımla işleyen şiirlerdir.

        Destanlar epik şiir türündedir. Epik kelimesi Yunanca destan anlamına gelen “epope” kelimesinden gelmiştir. Halk edebiyatında koçaklama, destan, varsağı gibi nazım biçimleri ve türleri epik özellikler göstermektedir.

 

Atlarımız aldan, kırdan, yağızdan,

Akıncılar kopmuş, gelmiş Oğuz’dan...

Küçüklü büyüklü hep bir ağızdan,

Evrence söylenir türkümüz bizim.

                       Bekir Sıtkı Erdoğan

 

PASTORAL ŞİİR

     Tabiat güzelliklerini, kır ve çoban hayatını anlatan şiir türüdür. Pastoral kelimesi Latince “çobanlara ilişkin” anlamına gelen “pastoralis” kelimesine dayanmaktadır. Pastoral şiir; süsten uzak, sade bir dille yazılır.

 

Pastrol şiirin iki biçimi vardır:

İdil: Bir ozanın ya da çobanın ağzından yazılıp kır yaşamının çekiciliğini, güzelliğini anlatan, çobanıl bir aşkı yansıtan kısa şiirlerdir.

Eglog: Birkaç çobanın karşılıklı konuşmaları yoluyla oluşturulan; aşk, kır yaşamı üzerine duygu ve düşüncelerini yansıtan pastoral şiirlerdir.

                           Gümüş bir dumanla kapandı her yer

                           Yer ve gök bu akşam yayla dumanı

                           Sürüler, çemenler, sarı çiçekler

                           Beyaz kar, yeşil çam, yayla dumanı

                                              Ömer Bedrettin UŞAKLI

DİDAKTİK ŞİİR

          Bir düşünceyi aktarmak veya belli bir konuda öğüt, bilgi, ders vermek amacıyla öğretici nitelikte yazılan şiir türüdür.

  

     Didaktik kelimesi Yunanca öğretici anlamına gelen “didaktios” kelimesine dayanmaktadır. Daha çok dinî, ahlaki, felsefi, sosyal konularda yazılır. Manzum hikâyeler, fabllar didaktik özellik gösterir.

 

Gönülce düş bir yola,

Bir gönülce kapı aç!

Sen sen ol, verme mola,

Senden kurtul, sana kaç!

                                    Feyzi Halıcı

                                    

SATİRİK ŞİİR

       Kişilerin ve toplumun aksayan yönlerini eleştirel şekilde ele alan şiirlerdir.  Kişi, olay ya da durumlar; iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir. Satirik şiir; halk edebiyatında taşlama, divan edebiyatında hicviye (hiciv), Batı etkisindeki Türk edebiyatında ise yergi adını almıştır.

 

        Yiyin, efendiler, yiyin, bu can katan masa sizin;

        Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

        Verir zavallı memleket, verir ne varsa imalını,

        Vücudunu, hayatını, ümidini, hayâlini;

                                                           Tevfik FİKRET

                   

DRAMATİK ŞİİR

         Dramatik şiir, tiyatroda kullanılan şiir türüdür. Eski Yunan edebiyatında oyuncuların sahnede söyleyecekleri sözler şiir haline getirilir ve onlara ezberletilirdi. Bu durum, tiyatroda dramın ortaya (19. yy.) çıkışına kadar sürer. Bundan sonra tiyatro metinleri düz yazıyla yazılmaya başlanır.

 

Sefiz: – Muzaffer bir kralı, Madam hor görmek neden?

               Sizi cedlerinizin sırasına yükselten,

               Galiplerinizi hep çiğneyen uğrunuzda,

               Yâd etmeden babası

               Asil olduğunu da,

               Kendi zaferlerini boş sayan, inkâr eden…

 

Andromak: – O hatırlamasa da, unutmalı mıyım ben?

                            Nasıl olur, cenaze merasiminden mahrum

                             Sayısız sürüklenen Hektor'u unuturum?

                             O kana boyadığı sineme sarılarak,

                                                                         (Andromak'tan)

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

10. SINIF 3. ÜNİTE

DENEMELER SAYFA 64

10. SINIF 5. ÜNİTE