10. SINIF 2. ÜNİTE
II. ÜNİTE HİKAYE VE MESNEVİ
Dede Korkut Hikâyeleri
Destan geleneğinden halk öykücülüğüne geçişin ilk ürünü olarak kabul edilir.
Hikâyelerin asıl adı “Kitab-ı Dede Korkut Ala Lisan-ı Taife-i Oğuzan” olarak bilinir. Türkçesi, Oğuz diliyle Dedem Korkut’un kitabıdır.
On iki hikâye bir ön sözden oluşan bu eserde Oğuz Türklerinin iç ve dış mücadeleleri anlatılmaktadır.
Anonim olarak yayılan bu eser 14.yüzyılda son şeklini almış ve 15. yüzyılda Akkoyunlular döneminde yazıya geçirilmiştir.
Hikâyelerin yazarı belli değildir. Dede Korkut hikâyelerin kahramanı değil anlatıcısıdır.
Hikâyelerde olaylar nesir, kahramanların duygu ve düşünceleri nazımla dile getirilmiştir.
Olağanüstü olayların yer aldığı bu eserde canlı ve doğal bir anlatımla arı bir dil kullanılmıştır.
Hikâyelerde asonans ve aliterasyonlara sıkça yer verilmiştir. Ayrıca cümle içi kafiyeler, cümle sonlarındaki seciler (iç kafiye) ve deyimler dikkat çeken unsurlardır.
Dede Korkut hikâyelerinin iki nüshası bulunmakta olup biri Almanya’da Dresden Kütüphanesi’nde diğeri de Vatikan’dadır.
1916 yılında Kilisli Rıfat Bilgebu hikâyeleri Dresden yazmalarından kopya edinerek yayımlamıştır.
11. Bilinen 12 hikayeye ek olarak 13. hikayeyi (Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi) barındıran tek nüshadır. Diğer nüshalar 15. yüzyıla aittir ancak bu nüshanın 14. yüzyıla ait olduğu ifade edilmektedir.
Dresden nüshasına göre eserde sırasıyla şu Oğuz hikâyeleri gelmektedir:
Dirse Han Oğlu Boğaç Han
Salur Kazan’ın Evi Yağmalanması
Kam Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek
Kazan Bey Oğlu Uruz’un Tutsak Olması
Duha Koca Oğlu Deli Dumrul
Kanlı Koca Oğlu Kanturalı
Kazılık Koca Oğlu Yegenek
Basat’ın Tepegöz’ü Öldürmesi
Begin Oğlu Emren
Uşun Koca Oğlu Segrek
Salur Kazanın Tutsak Olup Oğlu Uruz’un Çıkarması
İç Oğuz’a Taş Oğuz Asi Olup Beyrek Öldüğü
Vatikan yazmasında altı öykü vardır:
Hikayet-i Han Oğlu Boğaç Han
Hikayet-i Bamsı Beyrek
Hikayet-i Salur Kazan’ın Evi Yağmalanduğudur
Hikayet-i Kazan Begün Oğlu Uruz Han Tutsak Olduğudur
Hikayet-i Kazılık Koca Oğlu Yegenek Bey
Hikayet-i Taş Oğuz İç Oğuz’a Asi Olup Beyrek Vefatı
Halk Hikâyeleri
– Halk hikâyeleri İslamiyet öncesinde kullanılan destan anlayışından modern hikâyeye geçişi sağlayan ilk örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır.
– Bu ürünler sözlü (anonim) olarak halk arasında yaşamış ve dilden dile aktarılarak sonraki nesillere bırakılmışlardır.
– İçerisinde olağanüstü olaylar olsa da çoğu zaman gerçeğe yakın olayların ele alındığı halk hikâyelerinde aşk ve kahramanlık en çok işlenen konulardır.
Önemli: Destan geleneğinden halk hikâyeciliğine geçişi sağlayan ilk ürünler Dede Korkut Hikâyeleridir.
Konularına Göre Halk Hikâyeleri
Aşk hikâyeleri: Toplum üzerinde büyük etkileri olan hikâyelerdir. Dilden dile dolaşarak günümüze kadar ulaşmışlardır. Halkın belleğinde önemli bir yer edinen bu hikâyeler sevgi teması üzerine kurulmuştur.
Önemli Aşk Hikâyeleri:
Kerem ile Aslı
Arzu ile Kamber
Tahir ile Zühre
Ercişli Emrah ile Selvihan
Ferhat ile Şirin
Önemli: Leyla ile Mecnun ve Yusuf ile Züleyha gibi eserlerin mesnevi şeklinde divan şiirinde de yer almaktadır. Bu tarz hikâyeler halk hikâyesi olarak kabul edilmez.
KEREM İLE ASLI
Halep’te yaşayan çok zengin bir bey, çocuğu olmadığı için mutsuzdur. Bir gün yaşlı bir derviş ona, eşinin Ayazma Çeşmesi başında yemesini tembihlediği bir elma verir ve gözden kaybolur. Bunun üzerine bey tellâllar çağırtıp halkı çeşmenin başına toplar. Bu sırada çocuğu olmayan bir keşişin karısı durumu öğrenince beyin hanımına yalvarır, elmanın bir parçasını da kendisine vermesini ister. Çocuklar ayrı cinsten olursa evlendireceklerine dair sözleşerek elmanın bir parçasını keşişin karısı alır. Dokuz ay sonra beyin bir oğlu, keşişin de bir kızı olur. Oğlana Mirza Bey, kıza Han Sultan adını verirler. Dört yaşına kadar özel dadılarla büyütülen Mirza Bey, Sofu adlı arkadaşıyla birlikte özel hocalardan eğitime başlar. On dört yaşına gelince arkadaşı Sofu yeterli derecede ilim öğrendiklerini, artık ata binip avlanmaları gerektiğini söyler. Böylece at binmeye, ok atmaya ve avlanmaya başlarlar.
Günün birinde Mirza Bey rüyasında gördüğü bir kıza âşık olur. Ertesi gün Sofu ile çıktıkları avda Mirza Bey’in şahininin kovaladığı kuş bir bahçeye girer. Mirza Bey de şahini takip ederek bahçeye girince rüyasında gördüğü kıza rastlar. “Rüyamın aslı bu kızdır” der ve onu yanağından öper. Kız, “Kerem eyle, beni rüsvâ etme” diye yalvarır. Bundan sonra kızın adı Aslı, Mirza Bey’inki Kerem olur. Bu olayın ardından Kerem yemeden içmeden kesilir, kimse derdini bilemez. Kerem’in babası oğlunun derdini öğrenmek için tabiplere ve hocalara başvurursa da kimse derdine çare bulamaz. Sonunda yaşlı bir kadın derdinin aşk olduğunu farkeder ve Kerem’den kızın adını öğrenir. Kerem’in babası keşişi çağırarak Aslı’yı oğluna ister. Keşiş korktuğu için kızını vermeye razı olursa da annesi bir müslümana kızını vermek istemediğinden gizlice başka bir şehre kaçarlar. Bu olaydan sonra Kerem’le dostu Sofu’nun onların peşine düşmesiyle hikâye yeni bir boyut kazanır; bir kaçma-kovalama başlar, zaman zaman karşılaşırlarsa da kavuşmaları mümkün olmaz.
Bu kovalama sırasında Kerem ile Sofu’nun başına çeşitli olaylar gelir. Öte yandan Kerem’in yanık türküleri ilâhî bir anlam kazanmıştır. Duaları kabul edilen Kerem canlı cansız bütün varlıklarla konuşabilmekte, bu varlıklar da ona cevap vermektedir. Aslı’nın gittiği yerleri onlardan öğrenen Kerem’in artık silâhı türküleridir; kılıç kullanmaz, ok atmaz; türkülerindeki ilâhî güçle bütün zorlukları yener. Keşişin Kayseri’ye yerleştiğini ve Aslı’nın annesinin dişçilik yaptığını öğrenince dişini çektirmek bahanesiyle evlerine girer. Kadın Kerem’in başını Aslı’nın dizine koyarak dişini çekmeye çalışır. Kerem, Aslı’nın dizinde daha fazla kalabilmek için otuz iki dişini çektirir. Sonunda Aslı onu tanısa da ilgisiz davranır. Kerem de aşkının yarısını Aslı’ya vermesi için Tanrı’ya dua eder. Bunun üzerine Aslı yaptıklarına pişman olup aşk ateşine düşer. Durumu öğrenen keşiş Kerem’i Kayseri valisine şikâyet eder. Kerem yakalanıp öldürüleceği sırada valinin kız kardeşinin yardımı ile kurtulur ve Aslı ile evlenir. Ancak keşiş Aslı’ya sihirli bir elbise giydirmiştir. Gerdek gecesi Kerem sabaha kadar uğraştığı halde düğmeleri çözemez. Sonunda bir ah çeker, içinden bir alev çıkar ve yanıp kül olur. Aslı da saçlarını süpürge yapıp külleri toplarken tutuşarak yanar.
ARZU İLE KAMBER
Arzu ile Kamber, birbirlerini kardeş sanarak büyüyen iki gencin aşklarını anlatan ve 16.-17. yüzyılda ortaya çıktığı sanılan Türk halk öyküsü. Konu Hac yolundaki bir kervan yolda eşkıya baskınına uğrar. Baskından yalnız küçük bir erkek çocuk sağ olarak kurtulur. Bir aile tarafından evlatlık olarak alınan çocuğa Kamber adı verilir. Bir süre sonra bu ailenin bir kız çocuğu olur, adını Arzu koyarlar. İki çocuk birbirlerini kardeş sanarak büyürler. Bir süre sonra aralarında ilgi ve yakınlık başlar. Kardeş olmadıklarını öğrenince de evlenmek isterler. Arzu’nun annesi bu evliliğe karşı çıkar ve kızını zengin bir tüccarla evlendirir. “Hak aşığı” olan Kamber, saz çalıp şiir söylemeye başlar (Leyla ile Mecnun hikayesinde olduğu gibi), dağlara düşer. Arzu, kocasını kendisine yaklaştırmaz ve adam kısa bir süre sonra kederinden ölür. Arzu ile Kamber evlenmek için yeniden uğraşırlarsa da, anne engel olur. Aşıklar bir rastlantı sonucu birbirlerini bulurlar. Kavuşmanın heyecanıyla ikisi de bayılır. Sürekli olarak kızını izleyen kötü yürekli anne onları gene ayırmak ister, ama gençlerin çevresi su ile kaplandığından yanlarına ulaşamaz. Az sonra iki sevgilinin göğüslerinden birer güvercin çıkarak uçar ve böylece ikisi de orada can verirler. Arzu ile Kamber Türkler arasında çok yaygın bir aşk öyküsüdür.
TAHİR İLE ZÜHRE
Çocukları olmayan bir padişahla veziri tebdilikıyafet ederek yola çıkarlar. Çarşıda rastladıkları yaşlı bir dervişin, “Allah bana 1000 altın verenin ne muradı varsa versin” sözü üzerine padişah, “Çocuğum olsun diye harcadığım paraların hiçbir faydasını görmedim. Şu dervişe para vereyim, belki duası kabul olur” deyip istediği parayı verir. Yollarına devam eden padişahla veziri remil bakan bir derviş görerek yanına giderler. Padişah dervişe gönüllerinden geçen şeyin ne olduğunu sorunca derviş kendilerinden birinin padişah, birinin vezir, gönüllerinden geçenin de evlât arzusu olduğunu söyler. Bunun üzerine padişah dervişten yardım ister. Derviş cebinden çıkardığı bir elmayı ikiye böler; yarısını padişaha, yarısını vezire verip elmaları bu gece yemelerini, Allah’ın izniyle padişahın kızı, vezirin oğlu olacağını, kızın adını Zühre, oğlanın adını Tâhir koymalarını, evlilik çağları geldiğinde bunları evlendirmelerini, aksi halde aşklarının destan olup kıyamete kadar söyleneceğini belirtir. Padişahla vezir dervişin söylediklerini yapar ve padişahın bir kızı, vezirin de oğlu dünyaya gelir. Beraber büyüyen Tâhir ile Zühre evlilik çağına gelince birbirlerine âşık olurlar. Ancak padişah, eşinin karşı çıkması yüzünden dervişin sözüne uymaz ve kızını vezirin oğluna vermez. Padişahın eşi, yaptırdığı büyü ile de padişahı Tâhir’e düşman eder ve onu sürgüne göndertir; Mardin’de zindana atılan Tâhir birçok çileye katlanır; fakat Zühre’den vazgeçmez. Bunun üzerine padişah Tâhir’i idam ettirmeye karar verir. İdama götürülürken iki rek‘at namaz izni isteyen Tâhir namazdan sonra canını alması için Allah’a dua eder, Allah da duasını kabul ederek canını alır. Tâhir’in acısına dayanamayan Zühre aklını kaybeder ve Tâhir’in mezarını ziyaret ettiği bir sırada orada ölür.
ERCİŞLİ EMRAH İLE SELVİ HAN
Tahtı İsfahan’da olan Şahoğlu Şah Abbas’ın kırk âşığı vardır. Âşıklar Gencede Kara Vezire misafir olurlar ve atışmak için rakip isterler. Rakip çıkmayınca Âşık Ahmet saraya çağrılır. Âşıklarla âşık atamayan Âşık Ahmet, ailesiyle birlikte Erciş’e zorunlu olarak göç eder. Miroğlu Ahmet Bey’in evindeki âşık fasıllarına katılır. Oğlu Emrah’ta yaşı 14’e gelince babasıyla birlikte fasıla gider. Sazı eline alır ve bütün tellerini kırar. Babasından dayak yer. Emrah, köyün dışındaki çeşmeye gidip elini yüzünü yıkar. Abdest alır, namaz kılar ve dua edip âşıklık ister. Duası kabul olur: Rüyasında Pir Emrah’a yeşil fincanda bade içirir. Birincisi Allah’ın aşkına, diğeri üçler, beşler, yediler, kırklar aşkına, sonuncusu da Miroğlu Ahmet Bey’in kızı Selvi Han aşkına. Pir, Emrah’a Selvi Han’ın yüzünü de gösterir. Emrah, ağzından köpükler saçılarak bayılır.
Emrah’ı bulanlar onu uyandıramazlar. Babası durumu anlar ve sazının tellerine vurarak Emrah’ı uyandırır. Başından geçenleri manzum olarak anlatmaya başlayan Emrah babasıyla atışmak ister. Babasına sorular sorar, baba cevap veremez. Babası, Emrah’ın üstünlüğünü kabul eder. Bunu üzerine Miroğlu Ahmet Bey, Emrah’ı evlat edinir.
Selvi Han’ın yıldızı sevdaya akar ve hastalanır. Selvi Han’ın sırdaşı Nazlı, iki âşığı buluşturur.
Şahoğlu Şah Abbas, Van kalesini almak üzere sefere çıkar. Kaleyi kuşatır ama alamaz. Bulunduğu yere bağ diktirir ve adını da Şahlar Bağı koyar. Kuşatmayı kaldırıp Erciş’e doğru yola koyulur. İki asker Miroğlu Ahmet Bey’in bahçesine girip Selvi Han ve Nazlı’yı kaçırırlar. Bunun üzerine Emrah gurbete çıkar. Şahoğlu Şah Abbas, talan ve kız kaçırma olaylarına sinirlenip sorumlularını cezalandırır. Sahat Çukurunun yöneticisi Yakup Han’ın yönetimini beğenen Şah Abbas, onu yanına alıp İsfahan’a döner.
Abbas, İsfahan’a dönünce Selvi Han’la evlenmek ister. Selvi Han bir bağ dikilmesini ve bağlar üzüm verince düğün yapılmasını şart koşar (7 yıldır bu süre). Emrah, İsfahan yolundayken düğün haberini öğrenir. Yakup Han, Emrah’ı kendi âşığı yaparak fasıllara sokar. Şah Abbas’ın huzuruna çıkar. Selvi Han’ın amcasının kızı olduğunu söyler. Emrah’ın sözlerini Selvi Han doğrular. Hak âşığı olup olmadığını sınamak isteyen vezirler Emrah’ın verilecek zehri içmesini isterler. Selvi Han’ın elinden içmek kaydıyla kabul eder. Pir yetişip işleri halleder. Şah Abbas Selvi Han ve Emrah’ı ağırlıklarınca altınla Erciş’e yola koyar. Yakup Han’da yanlarındadır. Erciş’e vardıklarında Selvi Han’ın kardeşleri âşıkların evliliğine karşı çıkar. Kardeşleri, Selvi Han’ı alıp Gence ‘ye kaçarlar. Kardeşleri Selvi Han’ı Kara Vezir’in oğluyla evlendirmek isterler. Selvi Han, çeyizindeki halıyı kendisinin dokuması şartıyla kabul eder (7 yıldır bu süre).Emrah, önce Erzurum sonra da Halep yollarında babasıyla birlikte Selvi Han’ı ararken Pir, Selâtin Peri adlı kıza bade sunar: badelerin üçüncüsü Emrah aşkına verilmiştir. Ertesi gecenin rüyasında tembihlenen işleri tutan Selâtin Peri, viran yerde Veran Bağlarının dikimine başlar.
Emrah ile babasının yolu bahçeye varır. Selâtin Peri, Emrah’a elini tutmasını söyler, söyleneni yapan Emrah’ın aklı başından gider. Kendine geldikten sonra Selâtin Peri’den izin alıp Gence yoluna düşerler. Selvi Han’ın konağında bir araya gelirler. Kara Vezir, derhal cellatlarına haber verir. Yakalanan Emrah başından geçenleri anlatır. Anlattıklarının teyidi için İsfahan’a elçi yollanır. Kara Vezir sahte bir fermanla Emrah’ın infazını emreder. Vezirler Gence sokaklarında her gün bir saat gezdirilen Emrah’ın dokuzuncu günde infaz edileceğini söylerler.
Emrah’ın babası İsfahan’da Şah Abbas’ı bulur. Yakup Han, Emrah’ın asılması için götürüldüğü Kanlı Dere’ye gider. Cellatlarını birbirine düşüren Emrah son anda kurtulur. Emrah’ı yanına alan Yakup Han, Kara Vezir’ in sarayına gider. Yalanları ortaya çıkan Kara Vezir öldürülür. Hep birlikte İsfahan’a dönerler. Düğümler burada çözülür, Selâtin Peri de İsfahan’a getirilir. Emrah önce Selvi Han’la bir hafta sonra da Selâtin Peri’yle evlenir.
FERHAT İLE ŞİRİN
Ferhat, nakkaşlık yapan, Şirin’e sevdalı yiğit bir delikanlıdır. Saraylar süsler, fırçasından dökülen zarafetin Şirin’e olan duygularının ifadesi olduğu söylenir.
Amasya Sultanı Mehmene Banu’ya, kız kardeşi Şirin için, dünürcü gönderir Ferhat. Sultan; Şirin’i vermek istemediği için olmayacak bir iş ister delikanlıdan. “ Şehir’e suyu getir, Şirin’i vereyim” der, demesine de su, Şahinkayası denen uzak mı uzak bir yerdedir.
Ferhat’ın gönlündeki Şirin aşkı bu zorluğu dinler mi? Alır külüngü eline, vurur kayaların böğrüne böğrüne. Kayalar yarılır, yol verir suya. Zaman geçtikçe açılan kayalardan gelen suyun sesi işitilir sanki şehirde.
Mehmene Banu, bakar ki kız kardeşi elden gidecek, sinsice planlar kurarak bir cadı buldurur, yollar Ferhat’a. Su kanallarını takip edip, külüngün sesini dinleyerek Ferhat’a ulaşır. Ferhat’ın dağları delen külüngünün sesi cadıyı korkutur korkutmasına da, acı acı güler sonra da. “Ne vurursan kayalara böyle hırsla, Şirin’in öldü. Bak sana helvasını getirdim” der. Ferhat bu sözlerle beyninden vurulmuşa döner. “Şirin yoksa dünyada yaşamak bana haramdır” der. Elindeki külüngü fırlatır havaya, külüng gelir başının üzerine bütün ağırlığıyla oturur. Ferhat’ın başı döner, dünyası yıkılmıştır zaten “ŞİRİN !” seslenişleri yankılanır kayalarda.
Ferhat’ın öldüğünü duyan Şirin, koşar kayalıklara bakar ki Ferhat cansız yatıyor. Atar kendini kayalıklardan aşağıya. Cansız vücudu uzanır Ferhat’ın yanına.
Su gelmiştir, akar bütün coşkusuyla, ama iki seven genç yoktur artık bu dünyada. İkisini de gömerler yan yana. Her mevsim iki mezarda da birer gül bitermiş, sevenlerin anısına, ama iki mezar arasında bir de kara çalı çıkarmış. iki sevgiliyi, iki gülü ayırmak için.
Dini temalı kahramanlık hikâyeleri
Genellikle dini açıdan önemli olan karakterlerin oluşturduğu kahramanlık hikâyeleridir. Bu karakterler tarihe mal olmuş son derece erdemli kişilerdir. Kahramanlıklarıyla hem milletlerine hem de dine katkıda bulunmuşlardır.
Önemli Dini Temalı Kahramanlık Hikâyeleri
Danişment Gazi Hikâyeleri
Hayber Kalesi Hikâyesi
Van Kalesi Hikâyesi
Hz. Ali Hikâyeleri
Destani halk hikâyeleri
İçinde destansı ögeler bulunduran ve genellikle kahramanlık üzerine kurulmuş hikâyelerdir. Bu türde yazılan iki hikâye dikkatleri çekmektedir:
Dede Korkut Hikâyeleri
Köroğlu Hikâyesi
Halk Hikâyelerinin Genel Özellikleri
Dede Korkut Hikâyeleri, Türk edebiyatındaki ilk halk hikâyesi olarak kabul edilir.
Genellikle aşk konusu işlense de kahramanlık ve din teması da işlendiği görülmüştür.
Saz şairlerinin vasıtasıyla gelecek nesillere aktarılan bu hikâyeler, nazım-nesir karışık yazılmışlardır.
Halk hikâyelerinde olağanüstü olaylar oldukça azdır.
Halk hikâyelerinde anlatılan ilişkiler toplum içi olup fertler ve tabakalar arasında oluşur.
Hikâyelerde olağanüstü olaylar azalmış olup okunan şiirler koşma şeklindedir.
Türk edebiyatında halk hikâyelerinin en eski örneği Dede Korkut Hikâyeleridir.
Kendine göre bir mantık örgüsüne sahip olan bu hikâyelerde en çok aşk ve kahramanlık konuları işlenir.
Halk hikâyeleri daha çok aşıklar tarafından düğünlerde, kahvehanelerde erkeklere hitap eden eserlerdir.
Destandan boşalan anlatıcılığı dolduran bir tür olarak karşımıza çıkar.
Halk Hikâyelerini Destandan Ayıran Özellikler
Halk hikâyeleri;
Tarihi bir olaya dayanmaması,
Nazım-nesir karışık yazılması,
Şahısların ve olayların anlatımında gerçekçi bir tavır takınılması
Daha çok aşk maceralarına yer verilmesi,
Kesin bir sonun bulunması,
Toplum karşısında anlatılmaları,
Manzum kısımlarının saz eşliğinde anlatılması,
Belli yerlerinde tekerlemelerin kullanılması yönlerinden destandan ayrılırlar.
Türk Halk Hikâyelerinin Bölümleri
Fasıl: Dinleyiciyi hikâyeye hazırlamak ve ilgisini çekmek amacıyla anlatıcının hikâyeye geçmeden önce tekerlemeler ve türküler söylediği bölümdür.
Döşeme: Bu bölümde çeşitli rivayetlerden söz eden anlatıcı hikâye anlatımına geçmeden önce anlatacağı hikâyenin kahramanlarını ve olayın geçtiği mekânı tanıtır.
Asıl Konu: Hikâyenin asıl konusunun anlatıldığı bölüm olup daha çok hikâye kahramanının olay öncesindeki hayatının anlatılmasıyla başlar. Olay akışının ve heyecanın en üst düzeyde olduğu bölümdür.
Sonuç, Dua: Hikâyenin bittiği bölümdür. Bu bölümde âşıklar ya kavuşur ya da bu kavuşma öteki dünyaya bırakılır. Halk hikâyelerinin çoğunda âşıklar öteki dünyada kavuşurlar. Sade Âşık Garip hikâyesi mutlu biter. Mutlu biten hikâyelerden sonra muhammes türkü söylenir.
Efsane: Genellikle bu dünyada kavuşamayan âşıkların başından geçen olaylarla ilgili bu bölümde kavuşmanın öteki dünyada gerçekleştiği ile ilgili olaydan bağımsız olarak anlatılan hikâyelerin yer aldığı bölümdür. Genellikle bu kavuşma, sevgililerin mezarında iki kavak ağacının yetişmesi ve bu ağaçlara konan iki kuşun karşılıklı ötüşmesi şeklindedir.
Halk Hikâyelerinin Kaynakları
Türk Kaynaklı Hikâyeler: Dede Korkut Hikâyeleri, Aşık Garip Hikâyesi, Kerem ile Aslı ve Emrah ile Selvihan Hikâyeleri
Arap Kaynaklı Hikâyeler: Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha
Hint – İran Kaynaklı Hikâyeler: Kelile ve Dimne (fabl), Ferhat ile Şirin
Halk Hikâyelerinin Gelişimi
Halk hikâyeleri destan geleneğinin devamı olarak gelişmiş zamanla destan geleneğinden modern hikâyeciliğe geçişi sağlamıştır. Destan geleneğinden halk hikâyeciliğine geçişi sağlayan ilk eser olarak kabul edilen Dede Korkut Hikâyeleri bu türün ilk örnekleri olarak da kabul edilmektedir.
Destan geleneğinin 15. yüzyıldan sonra önemini kaybetmesiyle halk arasında epey ilgi gören halk hikâyeleri, günümüzde özellikle Doğu Anadolu’da yaşamını devam ettirmektedir.
Âşık denilen saz şairleri tarafından günümüze kadar ulaşan bu hikâyeler15. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında yaşamını sürdürmüştür.
Oluşma şekilleri açısından destanlara benzerliklerin görüldüğü bu hikâyeler zamanla gerçekliği ele alış şekilleri açısından destanlardan ayrılmıştır. Halk hikâyelerinde ilk olarak bir olay gerçekleştikten sonra bu olaya âşıklar tarafından şiirlerin eklenmesiyle birlikte halka açık alanlarda anlatılmış ve daha sonra da yazıya geçirilerek günümüze kadar ulaşmıştır.
Cenkname Nedir?
Cenknameler, dini-ahlaki bilgi vermek, tarih şuuru uyandırmak ve halkın zalimlere karşı moralini artırmak amacıyla din yolunda kahraman olarak görülen insanların başından geçen olayların anlatıldığı metinlerdir.
Cenknamelerin Özellikleri
Kaynağını İslamiyet’in varoluş mücadelesinden alır.
Dini anlayışın kaideleriyle birlikte din uğruna yapılan savaşlar anlatılır.
Cenknamelerde başta Hz. Ali olmak üzere birçok dini kahramanın yaşamı anlatılmıştır.
Anlatılan kahramanlar, sözünde duran, cömert, haksızlığa boyun eğmeyen, zalimlere karşı masumları koruyan kişilerdir.
Cenknameler, kaynağını Kur’an ve hadislerden alır.
Mesnevi Nedir?
Bugünkü roman ve hikâyenin karşılığı olarak kullanılan, divan edebiyatında uzun olayların aruz ölçüsünün kısa kalıplarıyla şiir şeklinde yazıldığı nazım biçimine mesnevi denir.
Mesnevinin Bölümleri
Dibace: Manzum (şiir) veya mensur (düzyazı) şeklinde yazılabilen mesnevinin ön sözüdür.
Tevhid: Allah’ın birliğinin ve bütünlüğünün anlatıldığı bölümdür.
Münacaat: Allah’a yalvarış ve yakarışlarda bulunulan bölümdür.
Naat:Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (S.A.V) övüldüğü bölümdür.
Miraciye: Miraç olayının anlatıldığı bölümdür.
Medh-i çiyar-yâri-güzîn:Genellikle dört halife (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali) veya devrin büyüklerinin övüldüğü bölümdür.
Medhiye: Övmek anlamına gelen bu bölümde mesnevinin sunulacağı kişi övülür.
Sebeb-i Telif: Mesnevinin niçin yazıldığının belirtildiği bölümdür.
Âgâz-ı dâstan: Mesnevilerde anlatılmak istenen asıl konunun ele alındığı bölümdür.
Hatime: Mesnevinin sona erdiğini belirten bölümdür.
Mesnevinin Özellikleri
Her beytinin dizeleri kendi arasında kafiyelidir. (aa, bb, cc, dd….) ÖNEMLİ: Mesnevilerin kafiyelenişinin bu şekilde olması uzun hikâyelerin bu nazım biçimiyle yazılmasını kolaylaştırmıştır.
Beyit sayısı sınırsızdır. Örneğin Mevlana’nın Mesnevi adlı eseri 25.700 beyitten oluşur.
Türk edebiyatına İran edebiyatından girmiş olan bu nazım biçiminde beyitler arasında konu bütünlüğü vardır.
Aynı şair tarafından yazılmış beş mesneviye “Hamse” adı verilir. Hamse sahibi olarak tanınmış önemli divan şairleri: Ali Şir Nevâi, Taşlıcalı Yahya, Fuzuli, Nev’i-zâde Atâi’dir.
Aruz ölçüsünün kısa kalıplarıyla yazılırlar.
Divan şiirindeki manzum hikâye örnekleri olarak kabul edilir.
Mesneviler farklı konularda yazılabilen konu sınırlaması olmayan şiirlerdir. Mesnevilerde en çok; aşk, dini ve tasavvufi, ahlaki-öğretici, savaş ve kahramanlık, bir şehri ve şehrin güzelliklerini anlatma, mizah gibi türlü konularda ele alınmıştır.
Türk edebiyatındaki ilk mesnevi Yusuf Has Hacip’in yazdığı Kutadgu Bilig’dir.
Bu türün en önemli temsilcileri; Fuzuli, Şeyhi, Nabi, Şeyh Galip gibi şairlerdir.
ÖNEMLİ: Divan edebiyatının önemli şairleri olan Baki, Nefi ve Nedim mesnevi yazmamışlardır.
Türk Edebiyatında Mesnevi
Türk edebiyatında mesnevinin kullanılması 11. yüzyılda başlamıştır. Türk edebiyatında yazılan ilk mesnevi Yusuf Has Hacip tarafından kaleme alınan Kutadgu Bilig adlı eserdir.
Özellikle 13. yüzyıldan itibaren hızlı bir gelişme gösteren Mesnevi, her beytin kendi içinde kafiyeli olması açısından yazma kolaylığı sağladığı için birçok şair tarafından tercih edilmiştir.
Türk edebiyatında modern anlamda hikâye ve roman olmadığı için bu dönemde olay eksenli uzun konularda mesnevi nazım biçimi kullanılmıştır. Yani mesneviler bir nevi manzum hikâye örnekleri olarak kabul edilir.
Yüzyıllara Göre Önemli Mesneviler ve Yazarları
yüzyıl:
Mevlana – Mesnevi
Şeyyad Hamza – Yusuf u Züleyha (İlk aşk mesnevisi)
yüzyıl:
Yunus Emre – Risaletü’n Nushiyye
Gülşehri – Mantıku’t Tayr (Kuş Dili)
Âşık Paşa – Garipname
Ahmedi – İskendername
yüzyıl:
Süleyman Çelebi – Vesiletü’n Necat
Şeyhi – Hüsrev ü Şirin ve Harname
yüzyıl:
Fuzuli – Beng ü Bade ve Leyla ile Mecnun
yüzyıl
Nabi – Hayriye ve Hayrabad
yüzyıl
Şeyh Galip – Hüsn ü Aşk
ÖNEMLİ: Mesneviler; bugünkü roman ve hikâyenin karşılığı olarak Divan edebiyatında kullanılan bir nazım şeklidir.
ÖNEMLİ: Mesnevilerde uyak düzeni aa-bb-cc … şeklindedir. Kafiye düzeninin bu şekilde olması mesnevilerde yazma kolaylığı sağlamaktadır.
Tanzimat Döneminde Hikâyenin Gelişimi
Tanzimat Dönemi ile birlikte yönünü Batı’ya çeviren Türk edebiyatında birçok tür ilk kez bu dönemde kullanılmaya başlanmıştır.
Batılı anlamda ilk hikâye örnekleri de Tanzimat Dönemi’nde görülmektedir. Daha öncesinden var olan halk hikâyeleri ve mesneviler Batı tarzı hikâyeleri tam olarak karşılamamaktaydı.
Tanzimat Dönemi Hikâyelerin Özellikleri
Tanzimat Dönemi’nde hikâyelerde yer alan olaylar tarihten ya da günlük yaşamdan alınmaya başlandı.
İlk hikâyelerimizde meddah geleneğinin de izleri görülmeye devam etmektedir.
Tanzimat Dönemi hikâyelerinde genellikle acıklı ve duygusal konular seçilmiş, ayrıca etkilendikleri romantizm akımı da bu anlayışı sürdürmelerinde etkili olmuştur.
Bu dönemde; zorla yapılan evlilikler ve doğurduğu acılar, Batı ile Osmanlı’nın karşılaştırılması, aşk duygusu, kadın-erkek arasındaki ilişkiler, tutsaklık-cariyelik en sık rastlanan temalar arasında yer alır.
Tanzimat 1. Dönem sanatçıları halkı aydınlatmak amacıyla eserleri bir araç olarak kullanmışlardır.
Tanzimat 1. Dönem sanatçılarında eserler teknik açıdan kusurludur. (Olayın akışını kesip bilgi verme)
Tanzimat ikinci dönem sanatçıları ise realizm ve natüralizm akımlarından etkilenerek daha gerçekçi ve teknik açıdan sağlam eserler verdiler.
Tanzimat Edebiyatındaki İlk Hikâye Örnekleri
İlk hikâye örneği: Ahmet Mithat Efendi – Letaif-i Rivayat ve Kıssadan Hisse
Batılı İlk Hikâye Örneği: Samipaşazade Sezai – Küçük Şeyler
Samipaşazade Sezai (1859 – 1936)
İstanbul’da doğan yazar Tanzimat Dönemi’nin önemli sanatçılarından biridir. Söylev tarzında yazdığı eserlerle adından söz ettiren sanatçı asıl ününü Sergüzeşt adlı romanı ve Küçük Şeyler adlı hikâyesiyle sağlamıştır.
Tanzimat Dönemi’nde realizm akımından ilk etkilenen sanatçılardan biridir. Gerçekçi bir anlayışla kaleme aldığı ilk eseri Şir adlı tiyatro eseridir.
Tanzimat edebiyatında özellikle roman ve hikâyeciliğiyle dönemin önemli yazarlarından biri olan Samipaşazade Sezai, eserlerinde gözlemden faydalanmış, sanat için sanat anlayışını benimsemiştir. Tanzimat 2. Dönem sanatçısı olan Sezai, eserlerinde süslü ve ağır bir dil kullanmıştır.
Bazı Önemli Eserleri
Şir – Tiyatro
İclal – Düzyazı
Küçük Şeyler – Hikâye
Sergüzeşt – Roman
Jack – Çeviri
Milli Edebiyat Dönemi’nde Hikâye
Bu dönemin en önemli özelliği Ömer Seyfettin’in yayımladığı “Yeni Lisan” makalesiyle birlikte uygulanmaya başlayan dilde sadeleşme hareketidir.
Sağlanan dil birliğiyle birlikte milli bir anlayışla Anadolu’ya ve Anadolu insanına yönelen sanatçılar, hikâye türüyle toplumsal temaları daha çok işlemeye başladılar.
Milli Edebiyat Dönemi Hikâyesinin Özellikleri
Dilde sadeleşme hareketiyle son derece sade bir dil kullanıldı.
Sanatçılar İstanbul dışına çıkarak Anadolu insanının yaşamını konu edinmeye başladılar.
Anadolu’da gözlemledikleri deneyim ve yaşantıları işlediler.
Bu dönemde sanat toplum için anlayışı hakimdir.
Cehalet, yurtseverlik, çağdaşlaşma, geri kalmışlık, halkın çektiği sıkıntılar gibi temalar işlenmiştir.
Toplumun her kesiminden insanlar hikâyelerde yer almaya başlamıştır.
Kahramanlar ruhsal ve fiziksel tasvirlerle yaşadıkları çevre içerisinde anlatılmaya çalışılmıştır.
Milli Edebiyat Dönemi Hikâyesinin Önemli Temsilcileri
* Ömer Seyfettin
* Refik Halit Karay
* Halide Edip Adıvar
* Yakup Kadri Karaosmanoğlu
* Reşat Nuri Güntekin
* Aka Gündüz
Ömer Seyfettin (1884 – 1920)
Milli Edebiyat Döneminin en büyük hikâye yazarları olan sanatçı Balıkesir’in Gönen ilçesinde doğdu.
Maupassant tarzı (olay hikâyesi) hikâyenin Türk edebiyatındaki kurucusudur.
Genç Kalemler dergisindeki yazılarıyla tanındı.
11 Nisan 1911 tarihinde yayımladığı “Yeni Lisan” makalesi Milli Edebiyatın başlangıcı olarak kabul edilir.
“Yeni Lisan makalesi edebiyat dilinde yapılan bir devrim olarak görülür.
Eserlerinde sade ve anlaşılır bir dil kullanmıştır.
Hikâyelerinin konusunu çocukluk ve askerlik anıları, tarihi olaylar, menkıbeler, gündelik yaşam, fıkralar ve efsanelerden almıştır.
Bazı Önemli Eserleri
Hikâyeleri: Falaka, Bomba, Beyaz Lale, Kızıl Elma, Yüksek Ökçeler, Gizli Mabet, Yalnız Efe, Bahar ve Kelebekler, Pembe İncili Kaftan, Kurumuş Ağaçlar, İlk Düşen Ak
Romanları: Efruz Bey, Yalnız Efe, Ashab-ı Kehfimiz
Şiir: Doğduğum Yer
Tiyatro: Mahçupluk İmtihanı
Çatışma: Farklı düşünceler, duygulara sahip insanların hayat tarzından dolayı yaşadıkları anlaşmazlık, uyuşmazlık, karşıtlık gibi gerilim durumlarına çatışma denir.
Tema: Bir edebi metinde işlenen ve soyut olan görüş ve düşüncelere tema denir.
Konu: Bir metinde temanın somut hale getirilerek aktarılmasına denir.
İç Monolog: İnsanın iç dünyasını okuyucuya aracısız aktarmayı hedefleyen, mantıklı bir sıra içinde dil bilgisi kurallarına uyarak doğrudan okuyucuya aktarılmasına denir.
Ahenk: Uyum anlamına gelen ahenk; ölçü, kafiye, redif, ses benzerlikleri, asonans, aliterasyon gibi unsurlarla sağlanır.
Söyleyici: Şiirde şairin sesini ve söyleyişini emanet ettiği ve şiirde konuşan kişidir.
Zihniyet: Ele alınan bir metnin geçtiği dönemdeki siyasi, sosyal, dini, ahlaki, ticari yaşamın birlikte meydana getirdiği ortama denir.
Nazım Birimi: Bir şiirde anlam bütünlüğün sağlayan en küçük birime denir.
Hocam kaleminize sağlık detaylar ve kültürel bilgileriyle cidden çok iyi 🖋️
YanıtlaSil